Kasabanın dışında, ormanın derinliklerinde gizlenmiş bir göl vardı: Ayaz Gölü. Suyu hep buz gibiydi, yazın ortasında bile buhar çıkarırdı yüzeyinden. Kasabalılar oradan uzak dururdu. “Göl, ruhları geri vermez,” derlerdi fısıltıyla. Ama gençler her zaman cesur görünmek ister. Özellikle de korku gecelerinde.
O gece, dört arkadaş — Mert, Ayşe, Baran ve Derya — Ayaz Gölü’nün kenarına kamp kurdu. Gülüşmeler, korku hikâyeleri, ateşin çıtırtısı… Her şey gayet eğlenceliydi, ta ki Derya “Suya giren kaybeden olur!” deyinceye kadar.
Baran hemen ayağa fırladı. “Siz korkaksınız,” dedi ve göle doğru yürümeye başladı. Ayşe onu durdurmaya çalıştı ama Baran çoktan dizlerine kadar girmişti.
“Bakın! Bir şey olmuyor işte!” diye bağırdı. Ama sonra… sustu.
Baran durdu. Gözleri büyüdü. Sanki bir şey ayak bileklerinden tutmuştu. “Biri… biri beni çekiyor!”
Geri çıkmaya çalıştı ama su seviyesi aniden yükseldi. Arkadaşları çığlık atarken, Baran sessizce suyun altına çekildi. Ardında sadece bir çift ayakkabı kaldı.
Mert hemen göle koştu ama su hâlâ durgundu. Ayşe ve Derya şoktaydı. Polisi aradılar, ama kimse Baran’ın izini bulamadı. Göl her zamanki gibi buz gibi ve sessizdi.
O geceden sonra, üç arkadaş da değişti. Mert sabahlara kadar uykusuz kalıyor, Ayşe sürekli su sesleri duyduğunu söylüyor, Derya ise bir daha asla konuşmadı.
Bir hafta sonra, Ayşe’nin telefonuna bir video geldi. Gönderici yoktu.
Videoda, Ayaz Gölü’nün altında çekilmiş gibi karanlık bir görüntü vardı. Ve bir yüz — çürümüş, gözleri oyulmuş bir yüz — cama yapışmıştı. Dudakları kıpırdıyordu:
“Sıradaki kim?”